Half-Life 2
Kimler oynamalı
- Half-Life 1’i sevenler
- Half-Life 1 fena değil ama çatışma mekanikleri dandikti diyenler
- Bilim kurgu ve distopyalardan hoşlananlar
- Gelmiş geçmiş en iyi birinci şahıs nişancı oyununu merak edenler
Kimler uzak durmalı
- Half-Life konseptinden tiksinenler
- Birinci şahıs nişancı oyunlarını çekemeyenler
Diyelim ki devrimsel bir oyun yaptınız. Kendi janrasında ve oyun dünyasının genelinde bir devrim yarattı. İkinci oyun için çalışan formülü hiç bozmayıp aynısınının daha fazlasını yapabilirsiniz. Ya da fizik açısından şahane yenilikler yapıp yazılım dağıtımı konusunda bir çağ kapatıp yeni bir çağ açabilirsiniz. Bilin bakalım Valve hangi yolu tercih etti?
Evet, teknik olarak Steam Half-Life 2’den önce çıktı. Fakat mecburi bir kopya koruma aracı olarak ilk defa Half-Life 2 ile kullanılmıştı. Half-Life 2’yi oynamak için Steam’i mutlaka yüklemeniz gerekiyordu. Tabii Steam sadece bu sayede yaygınlaşmadı. Süper indirimleri ve kullanım kolaylığı ile beş yıl içinde oyuncuların gönüllerini kazanmayı başardı. Ama konumuz Steam değil. Half-Life 2’ye geri dönelim.
Half-Life 2 ilk oyunun kaldığı yerden devam ediyor. En azından Gordon Freeman’ın gözünden baktığımızda durum bu şekilde. Zamanımızın geldiğini söyleyen G-Man bizi uyandırır ve City 17’ye giden bir trene ışınlar. Kısa sürede Black Mesa kazasının üstünden yirmi yıl geçtiğini, açtığımız portaldan Combine isimli uzaylı bir ırkın gelip dünyayı 7 saat içinde istila ettiğini öğreniyoruz ve maceramız tam anlamıyla başlıyor.
Anlatı konusunda şaşırtıcı bir şey yok. İlk oyunda olduğu gibi hikaye ara sahne olmadan, diyaloglar ve çevre tasarımları ile aktarılıyor. Gelişmiş görseller ve yeni animasyon sistemi sayesinde karakterler ve yüz ifadeleri daha doğal görünüyor.
Çağ atlamış görsellerin yanı sıra ilk dikkatinizi çekecek şey gelişmiş bir fizik sistemi olacaktır. Havok’u başarılı bir şekilde kullanan Valve birçok fizik bulmacasını oyuna dahil etti. Tahteravallilerden kablolara, el bombalarından düşmanlarımızın cesetlerine kadar her şey fizik ile çalışıyor ve beklediğimiz tepkileri veriyor.
Yeni motorun gücünden sonuna kadar faydalanabilmek için yepyeni ve oldukça yaratıcı ama bir o kadar da basit bir silah eklemiş Valve: Zero Point Energy Field Manipulator. Nam-ı diğer Gravity Gun. Bu aracın fonksiyonu oldukça basit. Küçük ve orta ölçekli fiziksel eşyaları alıp ZBAM! diye yüksek bir hızla fırlatıyor. Bu sayede çevrenizdeki fizik objeleri birer silaha dönüşebiliyor. Patlayan varilleri bir grup zombinin kafasına fırlatıp yanmalarını izlemek oldukça eğlenceli oluyor mesela. Ortalıktan bulduğunuz kocaman jiletlerle düşmanları ortadan ayırmaktan da hiçbir zaman sıkılmıyorsunuz.
Gravity Gun’ı bu kadar övdüm diye diğer silahları es geçtiklerini sanmayın sakın! Görsel ve işitsel olarak her birisi sıfırdan tasarlandı. Tabii Gauss Gun ve Gluon Gun gibi prototip silahlar ya da sinek fırlatan organik kol gibi fantastik şeyler yok. Onların yerini az önce bahsettiğim Gravity Gun ve Combine’ların kullandığı, oldukça etkili Overwatch Standart Issupe Pulse Rifle almış. Yeni silahların bu kadar güzel olmasından mı yoksa bunlara uygun bölüm tasarımı yapılmış olmasından mı bilmiyorum ama eski silahları özlediğimi söyleyemem.
Silahlardan bahsetmişken ses tasarımını es geçmek olmaz. Birinci oyundaki çoğu silah mekaniksel olarak güzel olsa da sesleri bir süre sonra rahatsız etmeye başlıyordu. En azından beni mutlu etmiyorlardı. İkinci oyunda ise elimize aldığımız ilk tabancadan roket atara kadar her şeyin sesi çok tok ve tatmin edici. Sadece ses efektleri sayesinde çatışmalar çok daha keyifli bir hale gelmiş.
Bazı çatışmalar esnasında yanımıza diğer isyancılar yanlıyor. Yer yer faydalı olsalar da özellikle dar koridorlarda epey can sıkabiliyorlar. Kıçımızın dibine girip kapı aralarına sıkıştıkları çok oluyor mesela. Biraz iteleyerek istediğimiz yerlden geçebiliyoruz tabii, hiç sıkışıp hareket edemediğimiz olmuyor. Ama bunlarla uğraşmak sinir bozabiliyor.
Araç kullandığımız bölümler de biraz fazla uzun gibi hissettim. Bitmek bilmeyen kanallar, uzun yollar, kullanması zor araçlar tempoyu düşürüyor gibi hissettim oynarken. Ayrıca erzakları kaçırmak istemiyorsanız sık sık araçlardan inip etrafı kolaçan etmeniz gerekiyor.
Bu iki problemi hatırlayabilmek için durup biraz düşünmem gerekti. Oyunu bitirince bunların hiçbirisi aklınızda kalmıyor. Sürekli değişen oynanış sayesinde sinir olduğunuz bir şey olsa da on dakika sonra unutuveriyorsunuz ve oyunun sonunda emeği geçenlerin listesine bakarken derin bir şekilde iç çekip “Vay bee…” diyorsunuz.
“Vay bee…” dedikten sonra Half-Life 2’nin yanında bedava olarak gelen Lost Coast isimli bir demoyu oynamanızı da tavsiye ediyorum. Demonun amacı motora sonradan eklenen High Dynamic Range (HDR) özelliğini göstermekti. Özellike bu demo için geliştirici yorumlarını da açın mutlaka. Geliştiriciler teknolojinin kendisinden, motora nasıl dahil ettiklerinden ve bölüm tasarımlarından bahsediyor. Zaten 20-30 dakikada bittiği için ne kadar uzatırsanız kardır.
Bugün Half-Life 2’de gördükleriniz aklınızı çıktığı günkü kadar almayacaktır. Ama oynarken en az o günlerde olduğu gibi eğleneceğinizi tahmin ediyorum. Şahane Source motoru ve topluluk desteği sayesinde modern cihazlarda sorunsuz çalışıyor Half-Life 2. İlk oyunu sevmediyseniz bile ikincisine kesinlikle bir şans verin. Zaten hikayenin de direk bir bağlantısı yok. Olur da dünyasının detaylarını öğrenmek ve geçmişe yapılan atıfları anlamak isterseniz ilk oyunun özetini okuyabilirsiniz. Bana sorarsanız kaçırmamanız gereken bir eser olmuş Half-Life 2.
Filed under: Oyuncunun Notları - @ December 31, 2023 1:46 pm
Tags: İnceleme, Birinci Şahıs, Half-Life, Half-Life 2